20 Mart 2017 Pazartesi

Kitap Yorumu - Düğümlere Üfleyen Kadınlar - Ece Temelkuran




Adı: Düğümlere Üfleyen Kadınlar
Türü: Roman
Sayfa Sayısı: 509
Yayınevi: Can Sanat Yayınları
Basım Yılı: 2016     


      Herkese yeniden merhaba! Çok çok uzun bir ara verdiğim bloğuma yeniden dönmek beni çok mutlu ediyor, yaklaşık 4-5 aydır yeterince kitap okuyamadım, film izleyemedim diye yakınıp durdum ama sonra fark ettim ki aslında eskisi kadar çok olmasa da okumuşum, izlemişim ama hakkında yazmadığım için beynimden uçup gitmişler gibi.. Sanki sindirememişim.. Bu yüzden derhal yorumlamalıyım dedim, çünkü ben yazarken öğrenen insanlardanım.. Bi kitabı okuduktan sonra üzerine düşünmediğinizde sanki size hiç birşey katmıyor, bende bu düşünme olayını yazarken yaptığımı keşfettim.
 
     Son birkaç ayda kitaplardan uzaklaşmama neden olan o kadar çok şey oldu ki, çok doğal karşılıyorum bu yüzden uzun bir ara vermemi. Hayatım baştan aşağı değişti diyebilirim.. Tabiki bu özel nedenlere değinmeyeceğim, özetle tekrar geri dönmek harika! O zaman şimdi kitaplardan konuşabiliriz :)




Ortadoğu erkeklerinin, izlemesi iç gıdıklayıcı, sevince sadece acı veren o şımarıklığı.. Nasıl da seviyor kendini. Nasıl da dünyaya bir hediye. Ah! Nasıl da hakediyor herşeyi. Bir insan yeterince sevilince böyle oluyor demek ki. Gövdesinin her bir parçasının ayrı ve doyulmaz bir tadı var gibi..  Acaba kendini kime bahsedecek?


     Ece Temelkuran'la tanışmam Muz Sesleri'yle olmuştu, kitabın içinde kaybolmuş, haftalarca etkisinden çıkamamıştım, e doğal olarak böyle bir kitabın yazarı da beni kendine hayran bırakmıştı. Bugün hala tebessüm oluşuyor yüzümde Muz Sesleri değince, bende bu düşüncelerle başka bir Ece Temelkuran romanı daha okumaya karar verdim ve Düğümlere Üfleyen Kadınlar'a uzandı ellerim.

    Bu kitap hakkındaki görüşlerim Muz Sesleri'nin aksine hiçte olumlu olmadı, kitap beni hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim.. Aslında yazar beni hayal kırıklığına uğrattı desem daha doğru, bu iki kitabın yazarı aynı kişi olamaz dedim.. Önce kitabın içeriğinden biraz bahsedip daha sonra açıklayacağım ne demek istediğimi..

   Düğümlere Üfleyen Kadınlar bir yol hikayesi. Birbiriyle tesadüf eseri tanışan 4 Ortadoğulu kadının nereye ve neden yaptıklarını bilmedikleri bir yolculuğu konu alıyor.. Aslında kaybolmuş ve kendini arayan kadınlar onlar, bu yolculuğa da bu yüzden çıktıklarını sonradan farkediyorlar, Tunus'tan başladıkları yolculuk kısa bir Ortadoğu turundan sonra yine Tunus'ta son buluyor. Bu vesileyle yazar Ortadoğu'nun siyasi karmaşasına, kültürüne, yakın tarihine de değinmiş ama biraz zorlama duruyor aktarılan bilgiler. "Bak, size birşey öğretmeye çalışıyorum" diye bağırıyor sanki.. Ortada bir roman olduğunu unutturuyor. Yani yazar bunları inceden inceye çaktırmadan romana yedirmeyi başarabilseydi eminim çok güzel olucaktı ama gözüme batıyor, romandan uzaklaştırıyor beni bu öğretme çabası.
 
  Birde şu var; eğer bir romanın anlatıcısı romandaki bir karakterse, ben bu karakterin edilgen olmasından hoşlanmıyorum, sürükleyiciliği kayboluyor sanki romanın.. Bu kitapta da bu söz konusu.. Romanın anlatıcısı hakkında neredeyse hiç birşey bilmiyoruz, üstelik bu karakter kendini hafife alıyor, ben önemsiz bir insanım havasında bu durum beni çok rahatsız etti. Romanın içine çekilemedim bu yüzden..

  Son olarak şunu da eklemem gerek, her bölümün sonunda yazarın bizi büyük beklenti içine sokması, sanki diğer bölümde çok önemli birşeyler olacak gibi bir sinyal verip yeni bölüme geçince romanın aynı durağanlığıyla devam etmesi beni kızdırdı.. Biri bana çok önemli bir hikaye anlatıcam deyip sıradan bir şey anlattı ve beni kandırdı gibi hissettim kitabı okuduğum süre boyunca.. Yine de kitabın sonu hoşuma gitti diyebilirim, zaten bir son bölümleri keyifle ve merakla okudum bu yüzden romanı yarıda bırakmadığım devam edip bitirdiğim için kendime aferin dedim.

 Benim naçizane görüşlerim bunlardı, bu kitap sakın alıp okumayın diyeceğim kadar kötü bir roman değil, size birşeyler katacak ve hatta evet güzel yerlere değinmiş diyebileceğiniz, altını çizeceğiniz satırları olan bir roman ama kesinlikle Muz Sesleri gibi hafızanızda yer edecek, iz bırakacak bir roman değil. Bu yüzden Ece Temelkuran'la tanışmak isteyenleriniz varsa kesinlikle Muz Sesleri ile başlayın derim..

   NOT: Bu romanda da güçlü bir "kadın" vurgusu vardı, sanırım bu bir Ece Temelkuran klasiği :) Ben bunu çok seviyorum, kadınların önemli olduğunu bize hatırlatan herşey başımın tacı. Sadece çok güvendiğim biri beni hayal kırıklığına uğratmış gibi hissediyorum, sanırım ne demek istediğimi anladınız, bir yazara çok güvenince böyle şeyler olabiliyor.


KEYİFLİ OKUMALAR :)

 

















30 Haziran 2016 Perşembe

Kitap Yorumu - Gün Olur Asra Bedel - Cengiz Aytmatov



Adı: Gün Olur Asra Bedel
Türü: Roman
Sayfa Sayısı: 413
Yayınevi: Ötüken Neşriyat
Basım Yılı: 2015


Aytmatov Nayman Ana'nın hikayesini verirken , dünyaya "mankurt" kavramını hediye eder. Bu garip, bu korkutucu kelime hangi anlama mı geliyor? İnsanın yani bütün geçmişini her an beraberinde taşıyan varlığın yerini, hafızası ve hatıraları olmayan, ruhunu kaybetmiş, içi komutlarla doldurulmuş biyolojik bir makinenin aldığını düşünün..




Geçen aylarda okuduğum ancak yorumlayamadığım Gün Olur Asra Bedel'i nihayet inceleme fırsatı buldum.. Kitap hakkında görüşlerimi sürekli ertelememin nedeni de aslında üzerine söylenecek çok şey olması ancak nereden başlamam gerektiğine bir türlü karar verememem.. Bu kitap çok değişik bir kitap, insanda çok farklı duygular uyandırıyor ama bu duyguları tanımlamak çok zor.. Okurken iç dünyanıza yolculuk yapıyorsunuz.. Pek çok şeyi sorguluyorsunuz.. İnsanlığı, sistemleri, dünya ve evreni, değerlerimizi, tarih boyunca yapılan haksızlıkları, aynı şekilde sonuçlanan olayları.. Daha pek çok şey sıralayabilirim..


Roman Yedigey karakterinin, ölen arkadaşı Kazangap'ın cenaze işelerini üstlenmesiyle başlıyor.. Yedigey cenaze boyunca Kazangap ile geçirdiği günleri ve tren istasyonundaki zorlu yaşamlarını hatırlıyor, biz de bu sayede birçok karakterle tanışıyoruz ve istasyondaki olaylara tanık oluyoruz. Roman boyunca bir gün işleniyor ama geriye dönüşlerle birçok ayrı karakterin yaşam öykülerini paylaşıyor yazar bizlerle, romanın adının Gün Olur Asra Bedel olmasının nedeni bu.

Gün Olur Asra Bedel çok dolu dolu bir kitap.. Pek çok şeyin eleştirisi yapılmış romanda.. Özellikle Sovyet Rusya'nın Türk toplumları üzerinde kurduğu baskıyı, halkın dil, inanç, gelenekler ve değerlerinden kopuşunu adeta kimliklerini ve varolma nedenlerini unutarak makineleşmesini "mankurt" kavramını kullanarak eleştiriyor. Okuyanı sorgulamaya yönelten, her karakterin ve her olayın bir amaç taşıdığı, alegorik bir eser. Aynı zamanda eski Türk efsaneleriyle bilim kurgunun bir arada bulunduğu, geçmiş ve geleceği aynı anda kucaklayan bir roman..

Kitabın "mankurt" ve "mankurtlaşma" kavramlarıyla komünizm eleştirisi içerdiğini söyledim, o zaman mankurt kavramını biraz açmam gerek.. Türk efsanelerinde yer aldığı üzere, Juan Juanlar bir işkence yöntemi olarak, tutukladıkları esirlerin kafalarını kazırlar daha sonra yaş deve derisinden bir başlığı esirin  kafasına geçirerek elleri bağlı bir halde günlerce güneşin altında bekletirler, güneşin etkisiyle kurumaya başlayan deri gerilir ve esirin kafasına baskı uygular böylece kişi dayanılmaz acılar çeker aynı zamanda saçları uzayamadığı için kurbanın kendi kafa derisine batar. Eğer kurban bu işkenceden sağ olarak kurtulmuşsa artık hafızasını yitirmiş, beyni hasar görmüş ve  sahibinin her dediğini yerine getiren itaatkar bir köle olmuştur. Adeta insanlığını yitirmiştir..

Yazar, Nayman Ana Efsanesi'nde yer alan mankurt kavramıyla insanlarında hafızalarını yitiren mankurtlar gibi gelenek-göreneklerini unuttuklarını, değerlerine yabancılaştıklarını, sorgulamadan yaşayan, itaatkar köleler haline geldiklerini anlatıyor. Aynı zamanda bizi birbirinden güzel Türk efsaneleriyle tanıştırıyor. Bir de kitabın bilim kurgu boyutu var, burada da başka bir galaksiden Orman-Göğüslüler halkıyla ideal dünya ve mükemmel insan betimleniyor. Ben kitabın bu bölümünü daha çok sevdim ve günlerce düşündüm evimiz olan dünyaya ve aynı evi paylaştığımız insanlara yaklaşımımızı.. Kişisel çıkarlar uğruna tüm insanlığa nasıl zarar verdiğimizi mükemmel bir şekilde eleştiren bu kitabın bu bölümünü beynime kazıdım diyebilirim.

Son olarak; kitaptaki karakterlerin hepsi çok güzel oluşturulmuş, hepsinin yaşam öyküsü ayrı etkileyici ve bu yüzden okur ile karakterler arasında derin bir bağ kurulması kaçınılmaz.. Yani bu kitaptan öğrenecek çok fazla şey var.. Bu kitabı okumadan yaşlanmayın..

TÜM KİTAP KURTLARINA KEYİFLİ OKUMALAR :)

KaydetKaydet
KaydetKaydet

20 Haziran 2016 Pazartesi

Kitap Yorumu - Katre-i Matem - İskender Pala




Adı: Katre-i Matem
Türü: Roman
Sayfa Sayısı: 519
Yayınevi: Kapı Yayınları
Basım Yılı: 2015


Merhaba! Bu ay okuduğum bir diğer kitabı da burada yorumlamak istedim. Katre-i Matem benim 3. İskender Pala romanım ve bir kere daha İskender Pala'yı ne kadar sevdiğimi hatırlamamı sağlayan kitap.. Yine dolu dolu, çok şey öğreten, ama öğrettiği şeyi zevkle benimseten harika bir roman...


Ne güzel Lale olup sahibinden isim almak, İstanbul'u süslemek, Elif gibi dimdik ve tek olmak.. 



Katre-i Matem Lale Devri'ni konu alan tarihi bir roman.. Bizim okulda çabucacık öğrenip geçtiğimiz geriye dönüp baktığımızda hakkında pek de birşey hatırlamadığımız bir dönem, Lale Devri. İşte bu süslü ve ihtişamlı devri İskender Pala o kadar ayrıntılı anlatıyor ki, tüm tarihi bilgileri romanın heyecanlı konusu içerisine öyle güzel dağıtıyor ki, siz romanı heyecanla okurken dönem hakkında pek çok şeyi farketmeden öğreniyorsunuz hem de bir daha unutmamak üzere.. İskender Pala'nın her kitabında yaptığı bu şeye ben her okuduğumda hayran kalıyorum.

Lale devri.. Öyle bir dönem ki savaştan yorulan devletin sulh içerisinde yaşadığı, insanların birbirleriyle en güzel laleyi yetiştirmek için yarıştığı, tüm İstanbul'un her bahar rengarenk lalelerle süslendiği, Padişah'ın krallara barış hediyesi olarak en güzel lalelerini yolladığı, Avrupa'nın pek çok yerinden ama özellikle de Hollanda'dan birçok insanın güzel İstanbul lalelerini görebilmek için akın akın Osmanlı'ya geldiği, Nedim'in birbirinden güzel şiirler yazdığı ve tüm bu eğlence ve gösterişin arkasında günden güne fakirleşen halk.. Ahlaki çöküntünün açıkça görüldüğü boyalı bir şehrin mutsuz insanları.. Yorulan halkın isyan arzusu.. Ve nihayet Sultan III. Ahmet'in hazin sonu..

Romanın ismine de değinmek istiyorum, Katre-i Matem; matem damlası anlamına geliyor, bu iki güzel kelime dönemin ünlü lalezarlarından Hafız Çelebi'nin siyaha çalan mor renkli güzeller güzeli lalesine verdiği isim. İsminde geçen matemin İstanbul'a addedildiğini sanıyorum çünkü lalenin çiçek açtığı yıl Patrona Halil İsyanına denk geliyor ve isyan sonucu İbrahim Paşa öldürülüyor, Fatma Sultan çocuklarını babasız büyütüyor, Sultan Ahmet tahtan indirilip yerine Sultan Mahmut getiriliyor ve tüm kadrosu isyancılar tarafından seçilen bir hükümet kuruluyor. Yönetimdeki bu değişim zaten fakir ve mutsuz olan halka çok pahalıya mal oluyor, isyan sırasında çıkan büyük yangın sonucu İstanbul harabeye dönüyor.. Lalelerin süslediği o ihtişamlı şehirden geriye kalan kapkara dumanlarla kaplı bir yıkıntı. İsyan sırasında yaşanan düzensizlik ve haksızlıklar, pek çok kişinin işinden olması ve dükkanlara yapılan yağmalar da var tabi..

Herşeyi anlattın şimdi biz bu kitabı nasıl okuyalım dediğinizi duyar gibiyim ama hayır aslında anlattıklarım romanın tarihi boyutundan bazı detaylar bunları zaten tarih kitaplarından bulabilirsiniz.. Asıl romanı size okutturan hikayeye ise hiç değinmiyorum.. Kara Şahin ve Topaç Yeye'nin gizemli ve heyecanlı öyküsüne..

 Katre-i Matem kitabını okumanızı gönül rahatlığı ile tavsiye ediyorum.. Ama şunu söylemeliyim ki Katre-i Matem biraz dağınık bir kitap, daha önce İskender Pala kitapları okuduysanız ve yazarın tarzına aşinaysanız pek zorlanmazsınız. Çok fazla ara vermeden, sessiz bir ortamda okumanız daha iyi olur. Bunlar benim naçizane fikirlerim umarım bu kitap yorumu ile size yardımcı olmuşumdur.

KEYİFLİ OKUMALAR :)

KaydetKaydet

18 Haziran 2016 Cumartesi

Kitap Yorumu - Vahşetin Çağrısı - Jack London



Adı: Vahşetin Çağrısı
Türü: Roman
Sayfa Sayısı: 151
Yayınevi: Oda Yayınları
Basım Yılı: 2013


Yaşamın doruğunu belirleyen ve artık onun ötesinde yaşamın daha da yükselemeyeceği bir kendinden geçme vardır. Bu kendinden geçme kişinin en canlı olduğu anda gelir ama beraberinde canlı olma unutkanlığını da getirir. İşte yaşamın paradoksudur bu. Bu kendinden geçme, bu yaşam unutkanlığı, bir alev tabakası halinde kendinden geçmiş, dalıp gitmiş sanatçıya; cehenneme dönmüş bir savaş alanında, savaş çılgınlığına kapılan ve düşmana aman tanımayan bir askere gelir.


Merhaba! Haziran ayı benim için çok verimli geçiyor daha şimdiden 3 kitabı arkada bıraktım ve 4. kitabımı okuyorum :) Sanırım yavaş yavaş hedeflerimi gerçekleştirmeye başladım.. 3 kitap okudum demişken hemen hangi kitaplar olduğundan bahsedeyim; Katre-i Matem-İskender Pala, Vahşetin Çağrısı-Jack London ve Jane Eyre-Charlotte Bronte :) Bu kitapları tabi ki en kısa sürede blogumda yorumlamak istiyorum ve işte Vahşetin Çağrısı ile başlıyorum.



Roman güçlü, akıllı ve çalışkan bir köpek olan Buck'ın rahat çiftlik hayatını bir talihsizlik sonucu terkederek kendini bambaşka ve zorlu bir hayatın içinde bulmasıyla başlıyor. Bu zorlu çevre aslında doğanın ta kendisi.. Buck'ın tek yapması gereken atalarından miras kalanları hatırlamak ve içgüdülerine güvenmek. Heran savaşın içinde olduğunu hatırlamak ve hayatta kalmak için çevresindeki herşeyi mümkün olduğunca çabuk öğrenmeye istekli olmak..

İşte Buck yapması gereken tüm bu şeyleri yaparken sizde onu izliyorsunuz.. Buck'ın müthiş değişimi ve gelişimine, hayatta kalma mücadelesine şahitlik ediyorsunuz. Ve zamanla onun bu azmine, çalışkanlığına, sadakatine ve sevgi dolu yüreğine hayran oluyorsunuz.. Güneyde rahat bir hayat sürdükten sonra Kuzey'in dondurucu soğuna alışması, vahşi eskimo köpekleri ile giriştiği savaş, zamanla usta bir kızak köpeği olması ve hatta sürüsüne liderlik etmesi, bunların hepsini zevkle ve sanki en yakın arkadaşınızın başından geçen olaylarmış gibi okuyorsunuz.

Bir de Buck'ın, sahibi John Thornton ile kurduğu sevgi bağı var.. İçinizi ısıtan ve imreneceğiniz bir bağ.. Köpeklerin doğasındaki sadakat ve dost mizaçlı oluşları romanda çok iyi şekilde işlenmiş. Ben tüm hayvanları ama en başta da köpekleri çok seven biri olarak büyük bir zevkle okudum romanı. Hayatı bir köpeğin gözünden görmek de insanın bakış açısını gerçekten değiştiriyor diye düşünüyorum. Kitabın diline değinecek olursam, çok sade ve akıcı olduğunu söyleyebilirim, hatta ben çok kısa bir sürede bitirdim çünkü çok sürükleyiciydi. Son olarak yazarın bu kitabı yazarken Alaska'daki gözlemlerinden yararlandığını ve materyalizmin getirdiği evrim, doğal ayıklanma ve soya çekim kavramlarından etkilenerek kitabı yazdığını söylemek istiyorum.

Tüm kitap kurtlarına Vahşetin Çağrısı romanını okumalarını şiddetle tavsiye ediyorum :) Çok kitap okumak yolunda hedeflerinizi gerçekleştirdiğiniz harika bir yaz tatili diliyorum.. Keyifli okumalar :)

17 Haziran 2016 Cuma

Kitap Yorumu - Mücella - Nazan Bekiroğlu



Adı: Mücella
Türü: Roman
Sayfa Sayısı: 340
Yayınevi: Timaş Yayınları
Basım Yılı: 2015


Merhaba! Size epey zaman önce okuduğum ama yorumlama fırsatı bulamadığım bir kitaptan bahsetmek istiyorum, Mücella'dan.. Öncelikle şunu söylemeliyim ki uzun zamandır daha önce okumadığım farklı yazarların kitaplarını okumak istiyordum, bu yazarlardan biri de Nazan Bekiroğlu'ydu, her yerde Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacı kitabını görüyordum ve sabırsızlanıyordum bu yeni yazarla tanışmak için.. Kitap fuarına gittiğim bir günde Mücella kitabını gördüm ve ne zamandır aklımda olan şeyi gerçekleştirmek düşüncesiyle hemen satın aldım. Ama maalesef benim için bu kitap tam bir hayal kırıklığı oldu..


Kitabı okumaya başladığım gün instagram hesabımdan daha önce Mücella'yı okumuş olanların yorumlarını almak için hemen kitabın görselini paylaşmıştım ve beraberinde çok kötü yorumlar okudum fakat yine de ön yargılı olmak istemedim ve kitaba şans vererek okumaya başladım, sonuçta herkesin edebi zevki farklıydı ama kitabın ortalarına doğru okuduğum tüm kötü yorumlara hak vermeye başladım..

Daha önce çok az kitabı bu kadar uzun süre de okumuştum, Mücella'yı okumam çok uzun sürdü. Uzun sürede bitirmemin nedeni kitabın dilinin zor yada konusunun ağır olması değil, bunun nedeni konunun hiç bir yere gitmiyor olması ve romanın sıkıcılığı.. Romanı okurken ne karakterleri ne de hikayeyi benimseyebiliyorsunuz, çok uzak kalıyorsunuz kitaba, içine giremiyorsunuz bir türlü. Bir sürü karakter kitabın içinde size dokunamadan gelip geçiyor..

Kitap 1920'den 1970'e kadar ki Türkiye'yi anlatıyor ama tarih bilginize katkı sağlayacak şekilde değil.. Romanın adı Mücella içinde de Mücella adında bir karakter var ama romanın Mücella ile alakası yok.. Çünkü bu karakter sadece hayatı izleyen biri, herşey onun etrafında olurken o sadece olanları gözlemliyor, kendine ait fikirleri bile olmayan, düşünmeyen, sorgulamadan yaşan biri ayrıca kitabın içinde geçen olaylar da günlük hayatta duyduğumuz hikayelerden farklı değil.. Bilmediğimiz, ilgimizi çekecek birşey okumuyoruz.. Kitabın içinde geçen herşey son derece sıradan.. Öyle ki kitapta anlatılanlara benzer olayları ananemden ve annemden duyduğumu hatırlıyorum.

Belki kadının toplumda erkek karşısında yaşadığı haksızlıklara değiniyormuş gibi gelebilir size ilk başta ama zaten her gün duyduğumuz hikayeler bile daha trajikken, bir romanın içinde hele de mesaj vermek amacı varsa daha çarpıcı birşeyler bekliyor insan.. Birde ben bir kitabı değerlendirirken bana kazandırdıklarına bakıyorum ve maalesef bu kitap bana bilgi açısından hiçbir şey kazandırmadığı gibi edebi olarakta beni hiç tatmin etmedi.. Bugün bu yorumu yazarken bile kitabı okuduğum süreci düşündüm ve içim sıkıldı, kitabı bitirmek için kendimi ne kadar zorladığımı hatırladım.. Bana öyle geldi ki bu kitabı okumak yazmaktan daha zor..  Okumak isteyenler olursa benim naçizane fikrim zamanınızı daha iyi değerlendireceğiniz başka kitaplara göz atabilirsiniz..

Not: Bu kitap ile ilgili olumsuz fikirlerime rağmen Nar Ağacı'nı okumak istiyorum :)
KaydetKaydet

2 Haziran 2016 Perşembe

Kitap Yorumu - Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk - İskender Pala



Adı: Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk
Türü: Roman
Sayfa Sayısı: 456
Yayınevi: Kapı Yayınları
Basım Yılı: 2004

Bu, yüzyılların birbiri sıra aktığı
İskender Pala'nın bir kitaba dünyalar kattığıdır.

Bu kitabı nasıl anlatmalı... Ne söylemeli bu kitap hakkında.. Hani bazı kitaplar vardır, okuyanı içine çeker ve okuyanıyla kitap arasında bir bağ kurulur.. İşte bu bazı kitaplarla okuyanı öyle şeyler paylaşırlar ki bunlar sanki bir sırra dönüşür.. Artık ne okuyanı, ne de kitap anlatabilir paylaştıkları bu sırları.. İşte bu kitap böyle bir bazı kitaplardan.. 

Bu kitap, küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk dediklerinden.. 




Fuzuli'nin Leyla ile Mecnun'u yazdığı kağıttan dinliyoruz olanları, evet bu bir kağıdın başından geçenler ama sıradan bir kağıt parçası değil haa Fuzuli diyorum Leyla ile Mecnun'u yazmış onun üzerine.. Bu bir kağıtların en şanslısı.. Dicle'nin kıyısında küçücük bir çilekken aşk denince akla gelen ilk hikayeyi anlatmaya aracı olmuş... Ne güzel bir hikayeyi bir kağıttan dinlemek şimdi.. 


Önce şunu söylemem gerek bu benim İskender Pala'yı ikinci okuyuşum ve bininci hayran oluşum ona.. Ben tarihi çok seven biriyim, okulda en sevdiğim, en zevkle dinlediğim ve çalıştığım ders olmuştur hep tarih.. En çokta Osmanlı tarihi.. Ama şu bir gerçek ki Kanuni'den sonrası Tanzimat'a kadar bir boşluk olmuştur hep benim için.. Daha doğrusu öyle olmuştu diyelim, bu kitabı okuyana kadar.. Sanki o aradaki yıllar hiç yaşanmamışta Osmanlı kurulmuş, yükselmiş, sonra da en dibe batmış, bize hep böyle anlatılırdı tarih.. Oysaki o arada geçen kayıp bölüm o kadar değerli ki.. Orayı anlamadan Osmanlı tarihini bütünüyle anlamak ve yorumlamak mümkün değil.. Bu kitabı okuduktan sonra bendeki o kayıp bölüm tamamlandı diyebilirim :) Hem de öyle bir tamamlandı ki sanki o yılları bizzat ben yaşamış oldum, (Od'u okurken de böyle olmuştu, sanki Yunus Emre benim en yakın arkadaşımdı, bir haftayı beraber geçirdik, sohbet ettik, güldük, ağladık birlikte..) işte bu her yazarın başaramadığı birşey, okuru kitabın içine çekmek dedikleri.. İskender Pala'yı usta yapan bu, bilgi birikimine ve bunu okuyucuya aktarış şekline hayran kalmamak elde değil.

İkinci olarak Osmanlı tarihi, dönemin toplum yapısı, Avrupa'nın durumu, Doğu ve Batı'nın sanata bakışı tüm bunlar hakkında pek çok şey öğreniyor insan bu kitapla, ama bunun yanında Divan edebiyatının tüm güzellikleriyle de tanışıyor, Divan edebiyatının önemli şairleri ile ilgili de fikirler oluşuyor kafanızda. Her bakımdan size çok şey katan, dolu dolu bir kitap Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk..

İskender Pala bölümlerin başında o bölümün içeriği hakkında bize ipucu veren birkaç satır yazıyor muhakkak Od'da da böyleydi ama bu kitapta bir başka.. İnsanı okurken mest ediyor buradaki dizeler... Divan edebiyatının birbirinden güzel şiirlerinden örnekler ve altında açıklamaları var.. Sırf bu dizeleri görmek için bile hızlı hızlı okumak istiyorsunuz, yeni bölüme geçmek.. Ayrıca bölüm başlarındaki bu ipuçları merak duygusu uyandırıyor, okudukça okumak çekiyor insanın canı..


Kısaca bu kitapta aklınıza gelebilecek herşeyi bulacaksınız, içinden ne kadar çok şey kapıp yakalarsanız o kadar şanslısınız.. Keyifli okumalar :)


27 Nisan 2016 Çarşamba

Kitap Yorumu - Od - İskender Pala





Adı: Od
Türü: Roman
Sayfa Sayısı: 405
Yayınevi: Kapı Yayınları
Basım Yılı: 2013


Ten fanidir, can ölmez
Çün gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür
Canlar ölesi değil



Okuyacağınız bu roman bir Yunus Romanı'dır, bu tanım bile yeterlidir bu kitapla tanışmaya.. Tanımak için ise tüm yüreğinizi alıp öyle çevirmek gerekir sayfalarını.. Bu bir Yunus anlatır.. Aşık Yunus, Derviş Yunus, Miskin Yunus en çokta Bizim Yunus anlatır.. Derviş kılığına bürünmüş  bir şeyhi.. Leyla'dan Mevla'ya misali yıldızdan güneşe dönüşü anlatır.. bilmem bilmem derken unutup bilmezlerden doluşu, yoktan var oluşu.. buğdaya kanıp nefesi unutuşu, bin pişman nefesi arayışı.. nefes oluşu.. 

Mevlana'nın "sûfilik yolunda hangi makama erişmişsem, Yunus'un ayak izini orada gördüm dediği" bir Yunus Emre'yi anlatır bu roman..

Tüm Anadolu'da kardeşi kardeşe sevdiren.. Bir satıra bir ömrü.. bir İslam'ı.. bir güzel ahlakı sığdıran.. et ü kemik bürünen Yunus diye görünen bir dervişi..

Yunus adı bile yeterdi benim bu romanı sevmeme ancak bir Yunus zâtı kim böyle güzel anlatırdı? Kim hakkını verirdi? İskender Pala okuyanı hayran bırakacak belli.. Bir çırpıda okutacak ama kitapta altını çizmedik satır da bırakmayacak.. Birbirinden güzel tasavvuf hikayeleriyle kalpleri ısıtacak.. Kendini hiç sayan bir aşığı böyle sade bir dille anlatırken; yüreklere sığmayan, yüzyıllarca yaşamış bir öğretmene hakkını vererek gösterişli bir roman bırakacak.. Bu dengeyi nasıl da güzel kurmuş dedirtecek.. Bir başucu kitabı, bir pusula hediye edecek  bize..

O kadar şey var ki bu kitap ile ilgili söylemek istediğim.. Ama ben sadece "Yunus" dersem siz anlarsınız :) Bu kitabın bana öğrettiği, kendini bilmek gerektiği. Bu da kibiri öldürmekle oluyor.. Kibir ölünce geriye bir güzel insan kalıyor.. Bilmek gerek şu dünyada yerini.. O zaman bir güzel insan olup tüm dünya sende okunuyor.. 

Şunu da söylemeyi unutmayayım; bu romandan herkesin payına düşen farklı şeyler olacaktır.. 

Kitaplar en yakın arkadaşlarınız olsun :)


22 Mart 2016 Salı

Kitap Yorumu - Muz Sesleri - Ece Temelkuran




Adı: Muz Sesleri
Türü: Roman
Sayfa Sayısı: 359
Yayınevi: Everest Yayınları
Basım Yılı: 2010



Merhaba! Size geçen ay okuduğum ama bir türlü yorumlama fırsatı bulamadığım bir kitaptan Muz Sesleri'nden bahsedicem.. Beni Ece Temelkuran'la tanıştıran kitap Muz Sesleri.. Nicedir almak niyetindeydim, hem ismi hem de kitap kapağı ilgimi çekmişti ve sadece okuncaklar listemi değil aynı zamanda zihnimi de meşgul etti uzun bir süre ve şimdi düşünüyorum da iyiki okumuşum hatta geç bile kalmışım bu romana.. Kitap bittikten sonra Ece Temelkuran aşığı oldum çıktım zaten :)


Öncelikle şunu söylemem gerek; ben okuduğum kitapları gayri ihtiyarı bir hevesle yakın çevremdekilere anlatırım.. Öyle konusuna gelişi güzel değinmek değil hikayeyi anlatırım olduğu gibi, kitabı okumuş kadar olur karşımdaki yani.. Bu kitabı okurken de büyüsüne öyle bir kapıldım öyle bir etkisi altında kaldım ki yine aynı şekilde anlatmaya başladım romanı.. Bir cümle.. iki cümle.. Bir cümle daha.. Kem küm.. Yok anlatamadım.. Karşımdaki hiç birşey anlamadığı gibi ne anlattığımı kendim de anlamadım zaten.. Sonra farkettim ki bu kitap gerçekten dağınık bir kitap.. Zor bir kitap.. Ece Temelkuran bir sürü farklı hikayeyi o kadar güzel birleştirmiş ki. Yazarlığını ortaya koymuş.

 Olaylar Ortadoğu'nun Paris'i kabul edilen Beyrut'ta geçiyor, 1975'te başlayan iç savaş ve 2006 İsrail'in Lübnan'a saldırısı arasındaki dönemi okuyoruz. Aslında savaşla başlayan roman yine savaşla bitiyor, bu şekilde yazar Ortadoğu'nun kaderini anlatmış oluyor en basit haliyle.. İki ayrı hikayeyi okuyoruz biri Filipina ve Marwan'ın hikayesi değeri ise aidiyetini arayan bir Türk akademisyenin yani Deniz'in Londra'dan Beyrut'a uzanan yolculuğu.. Bir de Doktor Hamza'nın kızına yazdığı mektuplar var ki sırf o mektuplar için bile alıp okumak gerek Muz Sesleri'ni.. 

Şöyle birşey var; bu bir roman ancak sadece bir hikaye anlatayım maksadıyla yazılmış bir roman değil, sizi Ortadoğu'nun içine çekiyor.. Yaşananların acı yüzünü gösteriyor.. Bir haber izliyoruz, evet mutlaka etkileniyoruz televizyonda yada gazete sayfalarında gördüklerimizden ama aynı şeyleri bizim benimsediğimiz ve sevdiğimiz roman karakterlerinin kaderi olarak okurken empati dediğimiz şey oluşuyor o zaman.. Durup düşünüyoruz adam akıllı.. Batı'nın iki yüzlülüğünü görüyoruz..

Son olarak ben uzun süredir Beyrut aşkıyla yanıp tutuşan biriyim.. Feyruz ile kendimden geçmiş, Lübnan mutfağına merak salmış hatta abartıp Arapça öğrenmeye çalışacak kadar sevdalanmış biriyim Beyrut'a. Muz Sesleri'ni elime almadan önce kitabın Beyrut ile ilgili olduğunu bilmiyordum, okumaya başladığımda ise çok seveceğimi hissetmiştim daha en başında.. Belki benim kitaba bu kadar bağlanmama sebep, kitapta Beyrut'u bulmamdı.. Ama eminim kitabı okuduktan sonra sizde seveceksiniz hem kitabı hem bu buruk şehri..

Her satırını severek okuduğum, pek çok yerin altını çizerek notlar aldığımı bu güzel kitabı herkese tavsiye ediyorum :)



6 Mart 2016 Pazar

Her Güne Bir Film - Inside Out (Ters Yüz)



Merhaba! Bu sefer kitap yorumu için değil bir film önerisi için geçtim bilgisayarın başına :) Uykum kaçtı blogun Facebook ve Instagram hesaplarında her gün bir film önerisinde buluyorum, olur da bugün ne izlesek acaba derseniz ilginizi çekebilir.. Önerdiğim bu filmler tabi ki benim daha önce izlediğim hatta genellikle yakın zamanda izlediğim filmler oluyor, e böyle olunca ben bu filmleri ayrıntılı yorumlarsam size fikir verme açısından daha faydalı olabilirim diye düşündüm.. Vee ilk olarak bir animasyon filmi ile başlıyorum çünkü ben animasyonlara bayılırımm! 

Inside Out filmi Türkçe'ye Ters Yüz olarak çevrildi ve geçtiğimiz yıl gösterime girdi, fragmanlarını seyrettiğim ilk günden beri izlemek istedim filmi hatta keşke sinemada izleseymişim dedim daha sonra ama maalesef evde gecikmeli olarak izleme fırsatı bulabildim. Öncelikle şunu söylemeliyim siz de benim gibi animasyonları çok seven, zevkle izleyen yetişkinlerdenseniz bu filmi çok seviceksiniz, eğer böyle bir izleyici değilseniz de bu filmi çok seviceksiniz. Yani herkes bu filmi çok sevicek!



Inside Out kesinlikle sadece çocuklara hitap eden türden bir animasyon değil, aksine büyüklerin de zevkle izleyeceği bir animasyon. Film beyin kontrol merkezini yöneten ve birlikte çalışan Neşe, Üzüntü, Korku, Öfke ve Tiksinti'nin küçük bir kız olan Riley'nin hayatını güzelleştirmeye çalışmasını ele alıyor. Bilinç, bilinçaltı, bilinç ötesi gibi pek çok soyut kavram somutlaştırılarak ve eğlenceli bir şekilde anlatılmış. Özellikle sözel bölüm okuyan öğrencilerin yada psikolojiye ilgi duyanları filmi çok yararlı bulacaklarını düşünüyorum. Ayrıca filmde başımıza gelen kötü şeylerle nasıl mücadele etmeliyiz?'in yanıtı gizli.. Hayatımızı iyisiyle kötüsüyle kabullenmenin önce kendimizi ve duygularımızı olduğu gibi kabul etmekten geçtiğini öğretiyor bu film ve aile olmanın ne kadar harika bir şey olduğunu da.. Bu yüzden özellikle ailenizle beraber izlerseniz daha bir anlamlı olur diye düşünüyorum.

Ben Riley'nin anne ve babasının kavga ettiği sahnede ve Üzüntü ile Neşe'nin diyaloglarını izlerken çok güldüm, çok eğlendim. Hele filmin sonunda herkesin beyinin içindeki olayları gösterdikleri mini bölüm çok hoşuma gitti. Bu arada şunu da eklemesem olmaz, geçtiğimiz Oscar ödüllerinde animasyon dalında bu filmin aday gösterildiğini öğrendiğimde çok sevinmiştim ve bilim bakalım ne oldu? Tabiki de Inside Out ödülü kazandı! Yani filmin Oscar ödüllü olduğunu da göz önünde bulundurun derim.. :) Filmin karakterlerinden Üzüntü benim favorim oldu, Türkçe dublajda bu karakteri Gupse Özay seslendirmiş, gerçekten çok başarılı.. 



Hem çok güldüren hem de hüzünlendiren ama herşeyden önce "ne güzel düşünmüşler bu adamlar bu filmin konusunu böyle" dedirten bu filmi zevkle izleyeceğinizi düşünüyorum :) Son olarak filmin fragmanına göz atmak için buraya ve buraya tıklayabilirsiniz! Hoşçakalın!



23 Şubat 2016 Salı

Kitap Yorumu - İnsan Ne İle Yaşar? - Tolstoy



Adı: İnsan Ne İle Yaşar?
Türü: Hikaye
Sayfa Sayısı: 103
Yayınevi: Eğitim Kitabevi
Basım Yılı: 2010



Merhaba! Bu ay 3 kitap okuduğumu söylemiştim sizlere Son Ada hakkında yorum yazısı yazdıktan sonra sıra okuduğum diğer kitaba yani İnsan Ne İle Yaşar?'a geldi, bu eser klasiklerden biri malum, hem de ne klasik! Ama benim klasiklerle aram hiç iyi değildi desem.. Hemde üniversite yıllarına kadar.. Hep kitap okumayı çok seven biri olmuşumdur ama uzun yıllar çağdaş yazarları okumayı seçtim, bunun nedeni kimsenin beni yönlendirmemiş olması ve benim de klasik eserlerin aslında insana ne kadar çok şey kattığını farketmemem olabilir.. Biraz geç farkına varmış olsamda anlıyorum ki önce klasik eserler okunmalı, hatta küçük yaşlarda.. Belki daha anlaşılır ve daha kısa eserlerle başlanabilir böylece okumak ve okumayı sevmek kolaylaşır ama öncelik her zaman bu eserler olmalı çünkü bize kattıklarını çağdaş eserlerle doldurmamız mümkün değil maalesef..



Neyse.. Kitaba gelecek olursak, 4 tane hikayeden oluşuyor eser ve bu 4 hikaye de aynı amaca hizmet ediyor.. Aslında bu hikayelerin en az 2'sini hayatımızın bir bölümünde mutlaka duymuşuzdur ya da sosyal medya da bile okumuş olabiliriz.. Burda hikayelerin içeriğinden bahsetmem pek doğru olmaz, okumak isteyenler için ancak şunu diyebilirim, hikayelerin hepsi erdem nedir? Neden gereklidir? sorularına cevap veriyor ve sevgiyi neden içimizde büyütmeliyiz?.. Hikayeler çocuklarımıza, öğrencilerimize anlatıcağımız kadar eğitici.. Hayatımızın herhangi bir döneminde açıp okursak yol gösterebilecek türden. Bize değerlerimizi yeniden hatırlatıcak zamansız hikayeler bırakmış Tolstoy..

Hikayeler de şöyle: 

                                                                1.İnsan Ne İle Yaşar?
                                                                2.Üç Soru
                                                                3.İnsana Ne Kadar Toprak Lazım?
                                                                4.Efendi İle Uşağı

Size hikayelerin birinden (Üç Soru) bir kesit aktarmak istiyorum, "Bundan sonra şu gerçeği unutmayın; tek önemli vakit vardır; içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o an elinizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur."

Ben uzun zamandır okulumuzun kütüphanesine göz dikmiş bir öğretmen olarak bu kitabı da kütüphaneden ödünç aldım ve daha pek çok klasik eseri de okumak niyetindeyim.. Muhtemelen onları da en kısa sürede blogta paylaşıcam. Birde şunu eklemek istiyorum; ne zamandır öğrencilerime değerler eğitimi kapsamında eğitici hikayeler paylaşmak istiyordum, sanırım sonunda aradığımı buldum :) Öğretmen kitap kurtlarına duyurulur! :)